Konular
time:
- ayarlamak; uydurmak; saat tutmak; tempo tutmak
- i vakit, zaman; süre, müddet; devir, devre; mühlet, vade; saat, dakika; mat kere, defa; kat, misil; müziğin tem posu; doğurma vakti; ölüm vakti, ecel time after time, time and again tekrar tekrar time and a half bir buçuk misli ücret time and motion study zaman bakımından verimi artırmak için yapılan gözlem time ball tam öğle saatini göstermek için bir çubuğun tepesinden dibine düşürülüveren top time bargain İng, tic vadeli alış veriş time bomb saatli bomba time clock memurların geliş ve gidişlerini kaydeden saat time constant elek cereyanın başlangıcından en yüksek derecesine kadar olan devre, zaman sabitesi time deposit vadeli hesap time exposure foto uzun pozlu resim time fuse patlayıcı maddeyi belirli bir müddetten sonra patlatan fitil from time immemorial ezelden beri time lag ara time limit belirli müddet time lock saati gelmeden açılmayan kilit time of day günün belirli saati time of peace barış zamanı time out of mind hatırlanamayacak kadar eski, çok eskiden time signature müz zaman işareti time study zaman bakımından verimi artırmayı güden inceleme time zone arz derecesine göre resmi saatin aynı olduğu mıntıka ahead of time vaktinden önce at the same time mamafih, bununla beraber, aym zamanda at times zaman zaman, ara sıra behind time geç, tehirli behind the times eski, zamanı geçmiş doing time hapishanede Father Time zamanın somut sembolü for the time being şimdilik from time to time ara sıra, zaman zaman gain time zaman kazanmak; ileri gitmek (saat) good times iyi günler, refahlı zamanlar hard times kötü günler, güç zamanlar have a good time hoş vakit geçirmek have the time of one's life fevkalade bir vakit geçirmek in good time tam zamanında, çabuk in no time bir an evvel in record time rekor sayılan müddette in the nick of time ucu ucuna in time vaktinde, vakitli; nihayet; uygun tempoda keep time tempo tutmak lose time vakit kaybetmek; geri kalmak (saat) make time geç kalınan zamanı kapatmak; belirli vakte yetiştirmek make time with isteğini kabul ettirmeye çalışmak on time tam zamanında out of time temposuz, tempoya aykırı pass the time of day vakit geçirmek seven at a time yedişer yedişer; bir kerede yedi tane take one's time with bir işi itinayla yapmak tell the time saatin kaç olduğunu söylemek tell time saati okuyabilmek this time tomorrow yarın bu saatte Time is up Vakit bitti Time will tell Zaman gösterir It's about time! Artık zamanı! What a time I've had of it! Neler çektim What time is it? Saat kaç?
year:
i sene; bir gezegenin güneş etrafinda döndüğü müddet; çoğ yaş, ihtiyarlık; çoğ zaman year after year her sene a year and a day huk bir sene bir gün year by year seneden seneye year in year out seneden seneye ; daima, her zaman year of grace miladi sene year of Hegira hicri sene astronomical year, solar year güneş yılı (365 gün, 5 saat, 48 dakika, 455 saniye) calendar year, civil year bir ocakta başlayan resmi sene fiscal year mali sene leap year artıkyıl lunar year kamer yılı school year öğretim yılı sabattical year bak sabattical
- people:i, f ahali halk; ulus, millet, kavim; ırk; tebaa; taraftarlar; aile, bir kimsenin yakınları; insanlar, beşer; çoğ uluslar, milletler, kavimler; f insanla doldurmak good people, little people irlanda'da cinler people's front bak popular front
- way:i yol, tarik; yön, yan, taraf, cihet; yer; mesafe; usul, tarz; husus; adet, itiyat, huy; hal, durum, halet; gidiş, ilerleme, ileri gitme; çare, vasıta; huk irtifak hakkı, geçit hakkı; çoğ gemi kızağı ways and means mali tedbirler, para temini, tahsisat bulma yolları way back kdili çok eskiden, uzun zaman önce way in giriş, girilecek yol way station dy ara istasyon way train her istasyona uğrayan tren, posta treni across the way yolun öte tarafında, karşı tarafta a good way hayli mesafe; iyi bir usul all the way mümkün olduğu kadar; başından beri a long way off çok uzakta be in the way engel olmak, ayak altında olmak by the way sırası gelmişken, aklıma gelmişken by way of yolu ile, -den come one's way başına gelmek go all the way son haddine varmak; her naneyi yemek go one's way kendi yoluna gitmek, bildiğini okumak go out of one's way zahmete katlanmak go the way of gibi gitmek have a way with one ikna edici kabiliyeti olmak in a small way küçük mikyasta, ufak ölçüde in a bad way kötü bir durumda; tehlikede; çok hasta in a way bir bakıma make one's way ileri gitmek, başarmak, muvaffak olmak on the way yol üstünde, yolunda, yolda out of the way sapa, yol üstü olmayan; alışılmışın dışında, yolsuz, uygunsuz, münasebetsiz; zahmette; yerinde olmayan, kayıp; ortadan, aradan; yoldan pay one's way kendi masraflarını kendi ödemek the right way doğru yol under way hareket helinde, ilerlemekte, devam etmekte Have it your way Nasıl istersen öyle yap Let's get this out of the way Bunu ortadan kaldıralım No way ABD, (argo) Çaresiz İmkân yok
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol